back to top

Umudun Anlamsızlığı Üzerine: Calvary

Geleneksel cemaat tipi toplumlarda, bireysel ve toplumsal refahın iyileştirilmesi görevine haiz din adamları önemlidir. Kişisel katarsisi sağlayabilme adına günah çıkarmaları ya da cemaatin yaşam amaçlarını belirleyebilmeye kadar uzanan vaazları onlara, cemaatin bireyleri karşısında saygıdeğer bir konum kazandırır. Yaşam biçimlerini belirleyen kültürel, hukuki, iktisadi ve siyasi tüm zeminlerde din adamlarının ve din eksenli yaşantının izlerinin bulunduğu cemaat tipi toplumlar, zamanla tüm bu zeminlerin birbirinden bağımsız disiplinler olarak var olmaya başlamasıyla yerini cemiyet tipi seküler yapılanmalara bırakmıştır.[1]

Toplumsal refahın bireysel faydanın maksimize edilmesiyle artabileceğini savunan görüşün [2] otoriteler tarafından kendi tezgahlarından geçirilip yeniden şekillendirilmesiyle sadece üretim ilişkileri değil, aynı zamanda temeline bu üretim ilişkilerini alan kişisel ve kişilerarası düşünce örüntüleri de değişmiş, kişinin kendisiyle ve toplumla olan ilişkisi de var olan değil var edilen yapay bir forma bürünmüştür.        

Tek taraflı olmaktan ziyade karşılıklı bir diyalektik içinde evrimleşen süreç de, bireyin içine doğduğu toplumla ve kendisiyle olan doğal bağlarının kopmasına neden olmuştur. Tam da böyle sancılı bir sürecin ortasında, kendini cemaatinin iyiliğine adamış diğerkam bir rahip olan James ile tanışırız. Toplumsal dissosiyasyonu, bireysel hiçlik, anlamsızlık ve sinizm semptomlarından azade ederek iyileştirme görevini üstlenmiş James’in yaşamı, bir gün günah çıkarma seansı sırasında karşılaştığı öldürülme tehdidiyle değişmeye başlayacaktır.

Umudun Anlamsızlığı Üzerine: Calvary

The Club (2015), Spotlight (2015) ve Doubt (2008) gibi, din adamlarının cinsel istismar vakalarındaki rolünü işleyen yapımları aklımıza getiren başlangıcıyla Calvary, etkili bir giriş yapıyor. Yedi yaşındayken uğradığı cinsel istismarın hikayesini rahip James ile  günah çıkarma esnasında paylaşan adamın isteği ne bu yükün etkisini omuzlarından atabilmek ne de bu yükle yaşamanın zorlayıcı yönlerinden kurtulabilmektir; tek isteği kendisine tecavüz eden rahip nedeniyle James’i öldürmektir.

Calvary © Fox Searchlight Pictures, Screen Ireland, British Film Institute
Calvary © Fox Searchlight Pictures, Screen Ireland, British Film Institute

Günah çıkarma seansından sonra günlük yaşamına dönen rahip James’i fiziki olarak ortadan kaldıracak ölüm tehdidinin dışında, toplumdan dışlanmış halde bırakılan kimliğinin yok oluşuyla da yüz yüze olduğunu fark ediyoruz. Kilise dışında görüştüğü cemaat üyeleri her ne kadar ondan nefret etmeseler de kendisiyle sarkastik konuşmalar yapmaktan çekinmeyen, toplumsal anlamda işlevsizliğini her diyaloglarında yüzüne vuran stereotipik bireylerden oluşmakta.

Evlilik kurumunun gereksizliği üzerine tiratlarda bulunan kasap Jack, asosyalliğini kompanse edebilmek için orduya katılmayı planlayan garson, yaşamdan umudunu kesmiş anhedonik kızı Fiona, telaşsız halde ölümü bekleyen yaşlı bir yazar ya da tüm ailesini kaybetmesine rağmen sahip olduğu servetinin yarattığı narsisizmiyle Michael için rahip James, kendileri için bir anlam ifade etmiyor. Hatta sahip olduğu barına haciz gelecek olan Brendan için kilise olması gereken görevini üstlenmekten bile aciz.

Cemaate herkesi soyup soğana çeviren bankerlerden neden hiç bahsetmiyorsun? Hala, ödemelerini almadıkları için insanları evlerinden atıyorlar. Cemaatin hiç bu konuda konuştuğunu duydun mu? Bunlar önemli konular değil mi?

Calvary

Brendan’ın getirdiği bu eleştiri çerçevesinde din-devlet-banka yapılanmasının yukarıda bahsettiğimiz cemiyet düzeni içinde, toplumsal refaha katkı sağlamadığını, hatta kişiler için yeni sorunlara neden olduğunu ve tüm bunlara dini kurumların sessiz kalışını James’in yüzüne vuran bir yaklaşım görüyoruz. Dini kurumların yükümlülüklerinden biri olarak görülebilecek, haksızlıklara karşı birlik olabilme şiarından uzakta olması Brendan için gerçek bir sorun. İçine doğduğumuz toplumun kanserli kurumlarını tedavi etmek yerine, bu kurumların yarattığı problemleri görmezden gelerek bireysel kurtuluş için sahte bir iyilik hali yaratma çabasını yücelten din adamlarının kendisi için saygıdeğer bir tarafı yok.

Cemaatinin tüm bu düşüncelerine rağmen, kendisini ölümle tehdit eden adam dışında kimsenin James ile bir sorunu da mevcut değil. Elinden geldiğince herkese yardımcı olmaya çalışan James’e göre ise toplumun ölümden olduğu gibi yaşamdan da anlaşılır ve adil olmasını beklemesi büyük talihsizlik. Kişilerin inançlarını oluşturan temel değerler bu beklenti ve ölüm korkusuyla sınırlı olduğu için de inancın kaybedilmesi çok kolay oluyor. Böylece içine düşülen anlamsızlık hali bireyler için dipsiz bir kuyu.

Tutkulu yaşam isteğinin film boyunca yavaş yavaş azaldığı James, bahsettiği duruma düşmekten kendisini alıkoyamıyor. Tüm çabalarına rağmen cemaatine yardımcı olamadığını gittikçe daha çok hisseden rahip için hayatı aynı anlamsızlık bataklığına çekilmeye mahkum oluyor. Sahip olduğu köpeği, rüzgarın uğultusunu yanı başımızda hissettiren pastoral manzaraların eşlik ettiği deniz kenarındaki yaşamı ve dünyayla bağlantısının zamanla daha da koptuğu ruh haliyle James’in, Eternity and A Day (1998) filminden anımsadığımız Alexandros karakteriyle de benzerlik taşıdığı düşünülebilir.

Calvary
Üstten Alta: Calvary (2014), Eternity and a Day (1998)

Karakterler arasındaki her bir diyaloğun çarpıcı aforizmaları barındırdığı ve Patrick Cassidy’nin müzikleriyle birleşen sahnelerin içimize işlediği sekanslarıyla izlemeye değer bir film olan Calvary, var olmanın dayanılmaz ağırlığını doktor Frank’in şu hikayesiyle özetleyerek, umut ve umutsuzluk arasındaki farkın kırılgalığını da bize iletmeyi başarıyor:

Dublin’de ilk işime girdiğimde üç yaşında bir oğlan çocuğu vardı. Ailesi onu rutin bir operasyon için hastaneye getirmiş. Ama anestezist bir hata yaptı. Küçük çocuk sağır,dilsiz ve kör oldu. Ve felç geçirdi; kalıcı olarak. Bir düşünsene! Küçük çocuğun bilincinin yerine geldiğini düşün. Karanlıkta. Korkardın değil mi? Korkunun biteceğini bile bile korkardın. Bitmesi gerekirdi. Bitmeliydi. Annenle baban yakında olmalıydı. Seni kurtarmaya geleceklerdi. Işığı açacaklardı. Seninle konuşacaklardı. Ama bir düşünsene. Kimse seni kurtarmaya gelmiyor. Hiçbir ışık açılmıyor. Karanlıktasın. Konuşmaya çalışıyorsun ama konuşamıyorsun. Kımıldamaya çalışıyorsun ama kımıldayamıyorsun. Çığlık atmaya çalışıyorsun ama kendi çığlıklarını duyamıyorsun. Kendi vücudunun içine gömülmüşsün. Dehşetle inleyerek.

Calvary

İleri Okuma:

[1] Tönnies’e göre, cemaat, “gerçek organik yaşama” ve “hakiki, dayanıklı birlikte yaşama vasıtalarına” sahipken, “kendi içinde yaşayan bir organizma” iken, buna karşın cemiyet, “zihinde varolan salt mekanik bir yapı”dır, “geçici ve yüzeysel bir şey”dir, “mekanik bir kümeleşme ve yapay bir olgu”dur.
[2] Aydın, Metin. John Stuart Mill’in Faydacı Ahlakı.

Daha fazlası: