A Ghost Story, David Lowery tarafından yazılıp yönetilen 2017 yapımı film.
Bağımsız yapımlardan oluşan ve sinema seyircisinin çoğunluğu tarafından tercih edilmeyen sanatsal filmlerin, sığ yorumlarla çerçevelenmiş bazı özellikleri vardır.
Hikaye akışının yavaş olması, uzun süre bir manzaraya odaklanan kamera, aforizmalarla bezeli diyaloglar ya da karakterlerin stabil pozisyonunu olduğu haliyle yansıtan sekanslar, filmi yatay perspektifte izleyen seyirciler için, sanatsal filmlerin ortak özellikleri olarak sıralanır. Dikkat ettiğimizde bu özelliklerin derinlikten uzak ve yüzeysel bir bakışın ortak unsurları olduğu çabucak görülebilmektedir. Fakat ne yazık ki kendi pazarını oluşturmuş ‘sanatsal’ filmlerin nasıl ki sinemayı sığ algılayan izleyicileri varsa, bazı yönetmenlerin de ‘sanatsal’ film yapma kaygısı, az önce belirttiğimiz özelliklerin toplamından oluşmaktadır. Böylece, filmin durağan her sahnesi ya da anlam ‘yoğunluğu’nda boğulan diyaloglardaki her kelime, yönetmen tarafından seyirciye estetizmin tamamlayıcı öğeleri olarak sunulur.
Oysa sanatsal olarak adlandırabilmesi için bir yapımın, biçimsel özelliklerinden ziyade, yatay değil de dikey olarak bakıldığında anlam kazanabilecek estetik duruşuyla şekilcilikten uzak ve seyirciyi karakterin iç dünyasıyla özdeşleştirerek izleyicinin zaman algısını kendi akışına dahil edebilecek yapıda olması gerekmektedir.
█ İlgili İçerik: Aileye Rağmen Var Olma Çabası: Casa Grande
A Ghost Story ise ne bu konuda sınıfta kalmış. Uzun metraj olarak sunulsa da senaristin aklına gelen bir fikirle kısa film çekecekken sonradan eklediği ‘estetik’ sekanslarla zoraki olarak uzun metraja evrilmiş bir film tadında izleyiciyle buluşmuş.
Döngüsel Bir Yaşamın Tanıklığı: A Ghost Story
Günlük yaşamın sıradan rutinleri içinde yaşayan evli çiftin huzurlu yaşamı, bir trafik kazası sonrası bozulacaktır. Geçirdiği trafik kazası sonrası yaşamını yitiren adam dünyayı terk etmeyecek, bir hayalet olarak yeniden eşinin yanına dönecek fakat artık karısı tarafından fark edilmeyecektir. Evine yeniden döndükten sonra bazen yatağın ayakucunda bazen de salondaki kanepede eşini izlemeye başlar.
Ölümünden sonra bir hayalet olarak yeniden, artık var olmadığı yaşamının akışına tanık olması adam için zamanla bir trajediye dönüşür. Eşinin yas sürecinden sonra kendisini unutması, başkalarıyla birlikte olması ve nihayetinde birlikte yaşamlarını paylaştıkları evlerinden taşınmasıyla hayalet kendini zamanın kısırdöngüsünde bulacaktır.
Aşık olduğu kadının kendini unutmasıyla başlayan anlamsızlık, temelini unutulmanın acısından alan derin bir boşluğa dönüşür. Karısının gitmesine rağmen hayalet yaşadıkları evi terk etmez. Zamanın akışı içinde önce evlerine çocuklarıyla birlikte yaşayan bir kadın taşınacak, sonrasında kendini kalabalık bir partinin yapıldığı eğlencenin içinde bulacaktır. Zamanın tüm akışına aynı noktadan tanık olan hayalet, günlük rutinlerin anlamsızlığında değişen çevresini izlerken parti esnasında bir adamın tiradına tanık olur. Filmin alt metni olarak okuyabileceğimiz bu sahnede yok oluş ve unutulma kaygısı üzerine konuşan adam, tüm yaşamı bir unutulmama çabasının ürünü olarak seyirciye anlatacaktır.
Zaman içinde kaldığı ev gittikçe eskiyecek, penceresinde kimi beklediğini bile unutmuş bir hayaletin daha bulunduğu evle birlikte yıkılacaktır. ‘Onların geri geleceğini sanmıyorum.’ dediğine tanık olduğumuz diğer hayalet artık umudunu kaybederek yok olmayı seçmiştir.
Evleri yıkıldıktan sonra yerine yapılan çok katlı bir plaza sonrası modern yaşamın tanıklığına daha fazla katlanamayan hayaletimiz, binanın en üst katına çıkarak kendini aşağıya bırakacaktır. Fakat yine de yaşamı sona ermez.
Yeniden dirildiğinde kendini yüzyıllar öncesinde bir aile babasının aynı yere yeni bir ev inşa etmeye çalıştığına ve sonrasında bu ailenin tüm üyelerinin oklarla vurularak öldürüldüğüne tanık olur. Yaşam ve ölümün hızlandırılmış akışı içinde film, hayaletin eşiyle birlikte kaldıkları zamana yeniden dönecektir. Zaman bir tam döngüsünü tamamlamış ve filmimiz artık en başından hayaletin tanıklığıyla birlikte yeniden izlenecektir.
Eşinin tüm ısrarına rağmen yaşanmışlığa verdiği önem yüzünden karısının taşınma isteğini reddeden adam, bir gece artık taşınabileceklerini söyler. Bunu söyler söylemez filmin başında duyduğumuz, diğer odadan gelen bir piyano sesi artık anlam kazanacaktır. Taşınacakları haberini alan hayalet, umutsuzluk içinde piyanonun üzerine oturduğunda çıkan sese neyin sebep olduğu ise çift tarafından anlaşılamayacaktır.
Taşınma kararlarının ertesi gününe denk gelen trafik kazası sonrası ölümüne de tanık olan hayalet, artık hem kendi ölümünü hem ölümü sonrası ortaya çıkan hayaletini de görebilen bir hayalettir. Çok katmanlı zamanın içinden ise, karısının uzun zaman önce içine yazdığı bir notla kapının arasını sıkıştırdığı kağıdı okuduğunda çıkacak ve artık tamamen yok olacaktır.
Kendi yaşantımızın öncesine ve sonrasına tanık olabilseydik neler olurdu, sorusunu akıllarda bırakan A Ghost Story, aynı zamanda bu yaşama müdahil olamamanın verdiği rahatsızlığı da kısmen izleyicisine ulaştırabiliyor. Üzerine geçirilen basit bir örtüyle seyirciye sunulan hayalet her ne kadar yaratıcı olsa da sekanslar arasındaki bağlantısız geçişler ve tek başına tüketildiğinde lezzetli olabilecek fakat yapılan yemeğe yakışmayan sebzeler kıvamındaki oyuncuklarıyla izlediğimiz karakterler ne yazık ki izleyiciyi kendi dünyasına çekemiyor. Yine de aşkın, var olmanın dayanılmaz hiçliğini doldurabilecek yegane umut ışığı mı olduğunu düşünmeden geçemiyoruz.